Fikrin Alanı İnsan Kaynakları
Tarih 01 Ağustos 2019
Kâinatta sebepsiz bir şey yaratılmamış. Her şeyin bir yaradılış sebebi var. Besin zincirindeki mükemmel işleyiş, insan eliyle bozulmadıkça ve doğal akışa müdahale edilmedikçe, nasıl Dünya’nın muazzam bir dengeye kavuşmasını sağlıyorsa; yaradılıştaki sebepler de, muhteşem sonuçların oluşmasını sağlıyor. Hiçbir şeyin sebepsiz olmadığı bir hakikat… Ve her şeyde de bir hayır olduğu gerçeğinden yola çıkarak, günümüz iş dünyasında çalışanlarının gönlünde taht kurmuş şirketlere bir bakmak istedim.
Onlar da (Sünnetullah ve Adetullah dediğimiz) aynı ilahi kanunlara tabi;
“Bilsin ki insan için kendi çalışmasından başka bir şey yoktur.” ¹
Yani nasıl ki doğal hayatta durduk yerde erozyon olmuyor, çığ düşmüyor, sel ve tayfun olmuyorsa, insan hayatında da durduk yerde kanser olunmuyor, diş çürümüyor ya da damar tıkanmıyor. Kelebek Etkisi Teorisi (Butterfly Effect Theory) bize; Florida’daki bir tayfunun başlaması için, denge halindeki Dünya’nın -o hassas dengesini bozmak için- basit bir kelebek kanadının çırpılmasının yeteceğini söylüyor.
Duruma madalyonun öbür tarafından baktığımızda da aynı hakikati görürüz;
Sağlıklı olmak, öylesine bahşedilmiş bir lütuf değildir. Yani insanlar beslenmesi, temiz bir çevrede yaşaması, hamilelik sürecindeki doğru beslenme ve bakıma dikkat etmesi, normal doğumu tercih etmesi, anne sütüne değer vermesi, GDO’lu gıdalardan uzak durması ve spor yaparak bedensel, ibadet ederek zihinsel ve ruhsal dinginliklerini sağlaması durumunda sağlıklı bir hayata kavuşabilmektedirler. Yani ne kadar sağlıklı bir vücuda sahip dediğimiz kişi veya milletler de muhakkak bu vesilelere tutunan ve yapılması gerekli işleri ihmal etmeyen kişi ve milletler oldukları için, o sağlıklı hallerindedirler.
Peki, şirketlere baktığımızda da durum böyle midir? Kesinlikle…
Dünya çapında bilinen ve saygı duyulan hangi şirketi gösterirseniz gösterin, muhakkak yapılması gerekli işleri ihmal etmeden, tam ve mükemmel bir şekilde yaptıkları için o durumdadırlar. Seviliyor ve beğeniliyorlardır. İnsanlar (hatta daha düşük ücretlerde) o şirketlerde çalışmak için can atıyorlardır.
Peki, bu şirketler neyi ya da neleri doğru yapıyorlar ki, insanlar üzerindeki etkileri bu kadar yüksek oluyor?
Yüzyılın yaşayan en büyük Pazarlama Gurusu olan Philip Kotler, son İstanbul sunumunda ² Markalaşmaya en büyük yardımcının; Brand Activisim (Marka Aktivistliği) olduğunu söylemişti. Marka Aktivistliği’ni, bir logo, ürün, hizmet veya isim yaratmaktan ziyade, toplumsal bir sorunun çözümüne yönelik bir amaç, bir ideal ve bir değer yaratmak olarak tanımlıyor.
Tüketiciler basit marka farkındalığından bıktılar. Onların parasıyla zengin olduğumuzu biliyorlar. Şimdi onlardan marka veya logo illüzyonuyla aldığımız o fazla paraların hesabını mı soruyorlar. Bunun için sadık müşterilerinden kazandığı paranın hatırı sayılır bir kısmını, müşterilerinin de umurunda olan sosyal projelerde kullanan markalar, daha fazla sadık fan oluşturuyorlar. Bu ise onlara; (şaşırtıcı bir şekilde) daha yüksek karlılık, daha iyi bir şirket olma şansı, daha mutlu ve kurumsal aidiyeti yüksek çalışanlara sahip olma, daha kaliteli ürün ve hizmet üretmede katkı sağlıyor.
Klasik Pazarlama Felsefesi’nin P’leri de evrim geçirerek, sosyalleşerek, ürün odaklılıktan insan odaklı bir yapıya bürünüyor;
kavramını doğurdu.
Ama bunların hiçbiri firmanızın İç Müşterileri olan, -Sizi Siz yapan çalışanlarınız- kadar etkili olmadı. (Zaten çalışanlara atfedilen bu mana yüzünden, işçi, eleman, çalışan’dan insan kaynakları’na terfi eden algı, şimdilerde bu grubu İntellectual Capital (Akıllı Sermaye) İnsan Kıymeti olarak kabul ediyor.)
Ürünle ilgili çalışanlarınızla yaşanmış deneyimler People (İnsan)
Yani her şey aslına rücu ediyor. “Ey Oğul! İnsanı yaşat ki, Devlet yaşasın” diyen Şeyh Edebali’nin o ölümsüz nasihati, yüzyıllar sonra şirket sahipleri için de vazgeçilmez bir kulak küpesi haline geliyor.
O halde Çalışanların Gönlünde Taht Kuran Bir Şirket olmak için bütün gücümüzü içinde insan olan her gruba;
Kendilerini çok özel hissettirecek,
Kendilerine değer verecek,
Kendilerinin önemli kişiler olduklarını fark ettirecek
eylemler yapmamız gerekiyor.
Hammaddeden üretime, satışa ve satış sonrasına varıncaya kadar, markamızın asıl elçileri ne logomuz ne de şirketimiz. Asıl elçilerimiz, logomuzun da Gönül Elçileri olan İnsan Kıymetlerimiz. Onları kıymetlimiz haline getirmeden kıymet göremeyeceğiz.
Çok pratik bir öneri olarak;
Şirket içerisinde bir anket uygulaması yaparak, İnsan Kıymetlerinize sorun, bu konuda ne yapmanız gerektiğini.
Sonrasında özellikle Kapital Dergisi’nin 15 yıldır yaptığı En Beğenilen Şirketler
Araştırması’nı³ didik didik inceleyerek, analiz edin. Bu şirketlerin, çalışanları tarafından neden bu kadar çok tercih edildiğinin sırlarını göreceksiniz. Ve göreceksiniz ki, bu takdir ve beğeni (nasıl ki bir ürünü tutundurmada Price (Fiyat) artık pazarlamanın fark yaratan) asli bir unsuru değil. Aynen öyle, sadece maaşlarına zam yaparak, İnsan Kıymetlerini elde & gönülde tutmak pek mümkün değil.
Çalışanlar değer görmek için; değerli olduklarının hissettirildiği şirketlere doğru yöneliyor. Özellikle bir Kurumsal İletişim Departmanı kurarak, sosyal, insani, manevi, zihinsel, lokal, yerel, milli ve global faaliyetlerle, İnsan Kıymetlerini daha kıymetli bir ruh haline getirmek mümkün. Bu durumda içlerinde yükselen tutku ve sahip oldukları Kurumsal Aidiyet ile zaten amaçladığınız tüm hedeflerinize daha kolay ulaşmış olacaksınız.
Bu içeriği paylaşabilirsiniz
© Copyright 2021. Değişim Dinamikleri. Tüm hakları saklıdır.